8 Mart 2013 Cuma

Barbaros Şansal ile dolu dolu, keyifli bir sohbet...

   Geçen hafta röportaj için Barbaros Şansal ve Yıldırım Mayruk'un Gümüşsuyu'nda bulunan ofislerindeydik. Barbaros Şansal bizi oldukça sıcak karşıladı ve sonrasında bütün sorularımıza açık yüreklilikle cevap verdi. Kendisiyle moda hakkında, hayatı hakkında, Türkiye hakkında uzun uzun konuştuk, hatta eğlenceli kişiliği ile bol bol da kahkahalara boğulduk. Konuşmanın uzunluğundan dolayı her kelimeyi, her cümleyi sizinle paylaşamıyoruz ama yine de bu röportaj ile Barbaros Şansal'ın şahsiyeti ve hayat görüşü hakkında öğreneceğiniz çok fazla şey olacaktır. Umarım okurken, bizim röportajı yaptığımız kadar keyif alırsınız. :)

Uzun süredir Yıldırım Mayruk ile çalışıyorsunuz, hatta kendinizi “terzi yamağı” diye adlandırıyorsunuz. Peki hiç kendi adınızla markalaşmayı düşündünüz mü?

- 25 yıldır Yıldırım Mayruk ile çalışıyorum, toplam 48 yıldır da mesleğimdeyim. Ben zaten Yıldırım Mayruk markasının yasal ortağı ve hissedarıyım. Böyle bir şeye gerek görmüyorum. Mesela Rahmi Koç, “Arçelik”in adını “Rahmi” mi yapıyor? Bunun haricinde “Yamak Strategy” adında benim kendi markam var. Ama o kitap çıkarıyor, televizyon programı yapıyor, konferanslar düzenliyor. Bir sosyal marka, Yıldırım Mayruk’un da işlerini yapan bir alt şirket.

Yurt dışında uzun süre moda eğitimi aldığınızı ve renkler üzerine yoğunlaştığınızı biliyoruz. Neden renkler?

- Aslında yurt dışında uzun sure moda eğitimi almadım, uzun sure sürgünde kaldım ve bu dönem içerisinde de sanat eğitimi aldım. Royal College’ da sanat üzerine bazı ana dalları tamamlayıp İsviçre’de renk bilimi üzerine uzmanlaştım. Ama dikiş, nakış üzerine ders almadım. 7 yaşında babaannemin yanında bu mesleğe başladığım için bu sektörde zaten vardım. Ben yurt dışında olduğum sürede Türkiye’de hazır giyim büyüdü. Ama hazır giyimi ben hiçbir zaman sevemedim. Çünkü benim eserlerim, emeğimin karşılığı ürünler her önüne gelenin askıda mıncıklayacağı elbiseler olmamalılar. Moda tüm sanatların üzerinde bir sanat. Ama günümüzde metrekareye 3 modacı düşüyor.
 
Renklere gelince, renk bir bilimdir. Hiç kimse renkleri aynı derecede, aynı tonda görmez. Dünyada bu konuda uzmanlaşmış yaklaşık 120 kişiyiz. Ama ben onun getirdiği avantajı tekstil ve moda konusunda daha önceki tecrübelerimle birleştirerek  Türkiye’de sektördeki diğer insanlardan ayrılan bir noktadayım.

Özellikle en sevdiğim diyebileceğiniz bir renk var mı?

- Ben renkleri değil kaliteleri ve içerikleri severim. Renk aldatıcı bir şeydir, kullandığım renk, ruh durumuma göre değişir.
                                                                             
Türkiye’nin ilk moda eğitim stüdyosunu siz kurmuşsunuz. Moda alanında ilerlemek isteyen gençler için eğitimin şart olduğunu düşünüyor musunuz?

- Evet , eski Sinematek Derneği’nde kurduk. Türkiye’nin ilk moda okuluydu. Çok faydalıydı. Öyle ki öğrencilerim arasından bugün sadece moda alanında değil Türkiye’de birçok alanda öne çıkan değerli isimler vardı. Bu alanda ilerlemek için eğitimin şart olduğunu düşünmüyorum. Modacılığın en az 10 yıl atölye eğitimi vardır, olgunlaşma süreci de en az 10 yıldır. 20 yıldan önce kalfa olamazsınız bu meslekte.

“Bugün Ne Giysem” adlı programda bir sure jüri olarak yer aldınız; fakat fazla uzun sürmedi. Programdan ayrılış sürecinizi öğrenebilir miyiz?

- Ben oradan kovuldum. Atatürk demek yasak, ulus demek yasak, Sümerbank demek yasak… Hadi onu geçtim, orası bir kumpas tezgahı. Benim orayı kabul etmemin nedeni, okuttuğum burslu çocuklara ödenek sağlamak istememdi. Ben İvana ya da Hakan’dan herhangi bir terbiyesizlik ya da yanlışlık görmedim. Yarışmacı kartlarında özel hayatlarından çarpıcı ve trajik olan konuların üzerine gitmemi istediler. “Oynat, ağlat, eteğini kes, insanları aşağıla, küçümse” gibi isteklerini ben yapmayınca böyle oldu. Sonuç olarak Caner Erdem beni “topla eşyalarını” diyen bir telefon mesajıyla kovdu. Ben zaten kovmalarını istiyordum tazminat ödemeyeyim diye. Benim Doğan Grubu da dahil bazı kanallarda yayın yasağım var ve bu program benim için halka, tabana bir çıkış noktasıydı. O yüzden artık Ulusal Kanal’da “Bugün Kime Giydirsem?” adlı bir programa başlıyorum.

Türkiye’de ve dünyada beğendiğiniz tasarımcılar kimler?

- Balenciaga, Balmain, Jean Paul Gaultier, Pierre Berge, Pierre Cardin, Maksut Varol, Cemal Bürün gibi ülkemizde ve dünyadaki bütün büyük ustaların eserlerini işim gereği elbette takip ediyorum ve beğeniyorum.

Sizin de (moda blogu olmasa da) kişisel bir blogunuz var. Son zamanlarda Türkiye’de giderek artan moda blogları hakkında ne düşünüyorsunuz? Bizim de moda blogumuza ne gibi tavsiyelerde bulunabilirsiniz?

- Türkiye’de takip ettiğim hiçbir moda blogu yok. Moda çok büyük bir deniz. Siz blogunuzda opinion dediğimiz kanı yazıları yazıyorsunuz, işin içine birazcık da magazinsel öğeler katıyorsunuz.  Fakat blog bilgi vermelidir. Mesela modanın özü olan kumaşlar hakkında bilgi bulabilmeliyim bir moda blogunda. Birçok blog Türkçe bir tek markadan bahsetmiyor bile. Size verebileceğim tavsiye ise değişikliklere açık olun, sıradanlaşmayın. Adından içeriğine kadar bir fark yarattığınız belli olsun.


Bugün birçok insan sizi takdir ediyor. Bulunduğunuz noktaya gelmenizi sağlayan nedir? Aykırı kişiliğinizin bunda etkisi var mı?

- Bulunduğum noktaya geldim; çünkü aseksüel, apolitik veya asosyal değilim, sadece kendimim. Bir başkası olmaya çalışmıyorum. Beyanatlarımla, aktivistliğimle, siyasi görüşümle, tercihlerimle o kadar net bir kimlik gösteriyorum ki Türkiye’ye, bunu gören insanlar da şaşırıyorlar. Öyle ki benim işimde böyle şeyler çok riskli, benim normalde düğün dernek, davet, defile yanımda mankenler ile gezdiğim bir hayatım olması lazım. Aslında benim öyle bir hayatım da var, benim bütün bavullarım Louis Vuitton  ama Louis Vuitton çantam yok, farklılığım burada ortaya çıkıyor. Diğerleri de sıkıysa bavullarını alsınlar…

Bu cevaptan sonra hayatı maddiyata bağladınızı düşünenler olur mu?

- Hayır çünkü benim akbilim de var. Ben belediye otobüsünü, metroyu, vapuru da kullanıyorum. Ben Anadolu’ya gidiyorum ve orada bir öğrenci evindeki çekyatta kalıyorum. Bedava dağıtılan Zaman Gazetesi’ni yere yayıp yerde kahvaltı ediyoruz birlikte. Yani böyle şeylere önem vermiyorum.

Yaka iğnenizde de şu an Atatürk’ün imzasını görüyoruz. Atatürkçülük
kimliğinizin vazgeçilmezlerinden. Ulu önderimizi, çok mümkün değil ama tek bir cümleyle anlatmanız gerekse ne derdiniz?

- “Barbaros Şansal” derdim.

Ne kadar sevdiğinizi belirtmek için mi böyle dediniz?

 - Evet. Ülküsü, ilkesi ve ülkesi olmadan yaşayamaz insan. Gazi Mustafa Kemal Atatürk, bu ülkenin kurucusu ve dünyanın sayılı devrimcilerinden bir tanesidir. 80 yıldır biz bunun mirasını yiyoruz ve zarar veriyoruz. Bizim ışığımız Atatürk’tür.

Milletvekili adayı olmak istemenizin sebebi nedir?

- Benim seçilip seçilememem pek önemli değil. Ama %20’si genç, en az %30’u kadın, -canlıların %7’si eşcinseldir- demiyorum ki %7 olsun ama %5’i eşcinsel; farklı dinleri, inançları da temsil eden homojen bir meclis yaratmalıyız. Biz meclisimizi çeşitlendiremezsek sokaktaki kavga büyüyecek. Toplum olarak ötekileştirildik. Ben bunun mücadelesi için girmek istiyorum meclise. Bana geçen gün bir televizyon programında “Siz meclise girince eşcinsel evlilikler için mi çalışacaksınız?” diye bir soru sordular. Ben evli bir adamım, benim eşim var, İsviçre’de kendisi. İkinci evliliğimi yaptım, ilk eşimden 29 yaşında bir kızım da var benim. Sonuçta fonksiyon bozukluğum yok benim. Böyle bir şey yokmuş gibi gösteriyorlar, yaftalıyorlar. Bu düzcinsel, bu eşcinsel, bu Kürt, bu Türk, bu yahudi… Bundan çok bunaldım ben. Diyelim ki seçildim. Seçildiğim gün ben istifa edeceğim zaten. Bu yüzden siyasete giriyorum. Eğer ki seçildiğim meclis benim çalışabileceğim bir meclis olursa tabiki vatanım için hizmet edeceğim. Ama aynı tas aynı hamamsa ben o dokunulmazlığı aldığım gün bazı şeyleri göstereceğim.

“Eşim İsviçre’de” dediniz; kızınız da mı orada yaşıyor?

- Kızım da İsviçre’de. İlk eşim doğma büyüme İsviçreliydi ve biz 2.5 yıl evli kaldık
sonra ayrıldık. İkinci evliliğim de İsviçre’de doğmuş bir Türk kızı ile oldu.

Neden orada yaşıyorlar peki?

- Benim eşim ve kızım Türkçe konuşmuyorlar. Yeni eşim Suzan Hanım, Türkçe
konuşuyor  ama Makedonyalı zaten Türkiyeli değil kendisi. Her on beş günde bir
onları ziyarete gidiyorum.

Yakın zamanda talihsiz bir saldırıya uğradınız. Arkasında kim ya da kimlerin olabileceğini düşünüyorsunuz? Yakalandılar mı?

- Yakalanmayacak. Çünkü başbakanın çalışma ofisi buraya beş yüz metre mesafede; kameraları kapalı. Yanımda Makina Kimya Endüstrisi İstanbul Bölge Müdürlüğü var; kameraları kapalı. Karşımda İstanbul Teknik Üniversitesi Mühendislik Fakültesi var; kameralar yok. Yanında Gümüşsuyu Askeri Hastahane var; kamera yok. Sadece benim apartmanımın güvenlik kayıtları var. O saatte yolda yeri süpüren bir çöpçü ile çöp kamyonu vardı. Saldırıdan çıktığımda “Niye yardım etmiyorsunuz” dediğimde binip gittiler. Çünkü belediye yolu kapatmıştı. Caddeden olur da araba geçer, görürler diye. Yapan bellidir!

Bazı haber platformları saldırıyı “Barbaros Şansal dayak yedi!” başlığıyla verdi. Fakat Habervaktim “İslam karşıtı yorumlarıyla gündeme gelen eşcinsel modacı dayağı yedi!” gibi kötü bir üslupla haberi okurlarına iletti. Bu tutumlar hakkında ne düşünüyorsunuz?

- Bunlar benim tozumu atar ve cilalar. Onların akıttığı kan, benim bayrağımın renginde
üniforma olur. Benim alnımda ay yıldız var, Kuvay-ı Milliye yıldızı Misak-ı Milli ve
Misak-ı Maarif. Açacakları yaralar da benim onur madalyam olur. Ben çapulculara
pabuç bırakmam. Bunlar en fazla beni vurur öldürür. Fakat benim düşüncelerimi,
aydınlık görüşümü öldürebilir mi? Bu ülke için mücadeleme engel olabilir mi? Bana
16 yıl ceza isteniyor. Hiçbir şey olmaz, daha da büyürüm. Nazım Hikmet de Deniz
Gezmiş de öyle büyüdü.


Eşcinsellikle ilgili farklı platformlarda birçok yorumunuz oldu. Türkiye’de maalesef genel bir önyargı, ayrımcılık söz konusu. Bu nasıl çözülebilir?

- İnsanların, tüm canlıların doğuştan yüzde 7’si eşcinseldir. Bu bilimsel bir gerçek. Onu geçelim bir kere bu eşcinsel lafı bana çok komik geliyor. Eşler arası diye konuşuyoruz, evlendiler eş oldular. Eşler bir cinsellik yaşıyorsa Türkiye’nin hepsi eşcinsel. O yüzden ona eşcinsel denmez homoseksüel denir. Türkiye Cumhuriyeti hayvanlara tecavüzde dünya ikincisi. Eşcinselliği konuşacağınıza ilk once zeofiliyi, pedofiliyi konuşalım, çocuğa taciz ve çocuğa tecavüzde de dünya ikincisiyiz.

Canlıların yüzde 7’sinin doğuştan homoseksüel olduğunu söylüyorsunuz. Peki sonradan kazanılabileceğini düşünüyor musunuz?

- Hayır olmaz, öyle doğarlar. İnsanların yüzde 7’si eşcinsel, yüzde 7’si heteroseksüeldir. Lider heteroseksüel yani doğurgan kadın ve tohumlayıcı erkek. Aradakiler söylenilen, öğretilen ve gösterilenle idare edenlerdir. Gelenek, görenek ve şartlandırma diye. Türkiye’de orgazm olmadan üç çocuk doğurmuş kadın var. Eşcinsellerin sorunları az bana göre Türkiye’de. Sadece toplum baskısı, mahalle baskısı, homofobi ve hedef gösterme eşcinseller üzerinde. Eşcinseller kendi özel yaşantılarında çok daha sağlıklı yaşıyorlar cinsel hayatlarını. Heteroseksüellerin cinsel hayatlarında problem var!


Bir televizyon programında kimliğinizde İslam ibaresi olmadığını söylediniz. Wikipedia’da ateist yazıyor. Ama aynı zamanda eşcinselleri yaratanın da Allah olduğundan bahsetmişsiniz bir konuşmanızda. Tanrı inancınız var mı?

- Evet, İslam ibaresi yok kimliğimde. Ali Rıza Demircan ile Kanal 7’de yaptığımız bir canlı yayın tartışma programında o cümleyi kullandım. Çünkü Ali Rıza Demircan “Eşcinsellik laikliğin sorunudur.” dedi. Düşündüğün dilde seviş, düşmanının dilinde savaş. Onun referansları Kuran-ı Kerim dilinde sadece. Tek kitapla cahil kalırsın. Ben Tevrat’ı okudum, Zebur’u okudum, Gnostik İncil’i, Ölü Deniz Parşömenleri, Yemen Yazıtları’nı okudum. Hem de bunların varyasyonlarını okudum. Çok alt klanlar hariç  bütün din kitaplarını neredeyse okudum. Benim için tabiat ana var. Allah baba yok. Yaratan doğurandır.

Bir yaratıcıya inanıyorsunuz diyebilir miyiz o zaman?

- Kainattır, kainatın döngüsüdür ama bunu tanımlayamazsınız. Allah’ın insan tarafından verilmiş 99 adından ilki “Hiç”tir. Yani oradaki kavram beş bin yıl önce tek tanrılı dinlerin yeryüzüne gelişiyle başlıyor. 125 bin yıldır Allah neredeydi? Papa bile istifa etti. Allah dilekçe yazıyor insanlık için. Yani Allah’a inanabilirsin, puta tapabilirsin, kiliseye gidebilirsin, camiye, mescide… Bu senin özelindir. Çünkü cinsel doğar, dinsel ölürsün. Cinsellik üretkendir, dinsellik ise tam tersi. Bütün hazları, bütün tutkuları ahlaksızlık olarak nitelendiriyor. Ama bunlar yorumlarda ve meallerde aslında böyle değil. İslam’ın felsefesini anladığınızda neşat denen bir şey var; doğuştan çift cinsiyetlileri anlatıyor. Kuran-ı Kerim yazılalı yıllar oluyor. Fakat o günün Arapçasıyla bugünün Arapçası arasında da çok fark var. Dil organiktir ve değişir. Biz referansları metinler üzerinden alamayız. Allah inancım yok; fakat benim her dinden arkadaşım var ve onların inancına saygı gösteriyorum.  Burada namaz seccadesi de var; namaz kılmak isteyene ayrı odamız da var. Bana saygı duyulmadığı gibi saygı da gösterilmiyor, buna kızıyorum.

Eğitim hayatınız çok hareketli geçmiş. Liseyi 5 farklı okulda okumuşsunuz. Bunun sebebi nedir?

- Her okuldan kovuldum. Hepsinden takdir,sonra tasdik aldım. Başa çıkamıyorlardı benimle. Örgütlü mücadele, siyasi faaliyetler,cinsel çapkınlıklar; hepsi bir aradaydı.

Aileniz buna birşey demedi mi?

- Benim annemle babam, ben daha çok küçükken ayrı ayrı hayatlar yaşayıp ayrı ayrı evlilikler yaptıkları için ben yatılı okullarda büyüdüm. Genelde babaanne, anneanne ve hala yanındaydım. Ben ailemin tasvip etmediği, onaylamadığı her şeyi yaşıyordum. Zaten yok ailem, görüşmüyorum.12 yıl oldu ailemden hiç kimseyi görmüyorum. Aynı şehirde oturmamıza rağmen, telefonla bile görüşmüyoruz. Ailem görüşmek istiyor, ben görüşmüyorum. Annem beni televizyonda seyredip ağlıyormuş hatta. Benim ailem bütün vatanım, ben öyle anne, baba, hala tanımlamak istemiyorum.

Boğaziçi Üniversitesi sizin için ne ifade ediyor?

- Boğaziçi Üniversitesi’nde benim çocukluğum geçti. Orada oturuyordum zaten. Boğaziçi Üniversitesi benim kafamda Robert Koleji’nin devamı bir okul olarak kaldı. Okulu bügun çok tanımıyorum açıkçası ama zamanında çok değerli insanlar yetişti o okulda. Fakat şu an o kadar özgür olduğunu düşünmüyorum Boğaziçi Üniversitesi’nin. Gerçi pek tanışma fırsatım olmadı Boğaziçi Üniversitesi ile, daha önce hiç davet almadım, konuşmak için de gitmedim.
  
Dışarıdan küçüçük görünen ofisin, büyüklüğü ve dekorasyonu bizi çok etkiledi. O yüzden iç mekandan bazı görüntüleri sizlerle de paylaşmak istedik. :)












(Not: Bu röportaj, Boun’da Ne Moda ve Bounterview ortak içeriğidir.)

2 yorum:

  1. HELAL OLSUN..
    bu adamı çok seviyorum
    http://zoomlabakalim.blogspot.com/

    YanıtlaSil
  2. emeği gecen herkeze çok teşekkürler

    YanıtlaSil